 |
Uzaktan Vazelon Manastırı |
Bazı
yolculuklarda yol kenarında gördüğüm bir tabela ilgimi çeker.
İsmi, orası hakkında duyduklarım ya da sadece bir merak o yola
girme isteği uyandırır içimde. Hatta birkaç sefer hiç hesapta
yokken yolumdan sapmışlığım da vardır. Kıyıda köşede kalan
bu yerler bazen hoş sürprizler sunabilir ziyaretçilerine. Popüler
yerleri gezme telaşında olan insanlar uğramadığı için
sakindirler, çevrede yaşayanlar bu sakinliğin tadına vararak
gülümserler ziyaretçilerine, yürekten 'hoş geldin' derler.
Doğaya gereksizce müdahele edilmemiştir buralarda, dolayısıyla
her şey sanki en baştan beri aynıymış, yeri bile değişmemiş
duygusunu yaşatır. Bütün bunları yaşamayabilirsiniz belki, ama
olsun, bir yol varsa muhakkak gidilmeye değer.
 |
İçerisi de gökyüzü, dışarısı da |
Trabzon'dan
yolculuğa başlarken amacımız tabelalarını gördüğümüz, bir
kitapta rastladığımız ya da tesadüfen karşımıza çıkan
yerleri görebilmekti. Yola çıkarken ince bir güzergah hesabı
yapmadık. Hem yol şartlarından emin değildik, hem gidilen
yerlerde ne kadar vakit geçireceğimizi bilmiyorduk, belki de en
önemlisi karşımıza çıkan güzelliklerin
hakkını vermek istiyorduk. Söz konusu yerler Karadeniz'de olunca
daha bir dikkatli olmak gerekli tabi, özellikle Türkiye'de var olan
tabela anlayışını göz önüne alınca sürprizlere hazır olmak
gerekiyor, bu yolculuk sırasında da birkaç maceramız oldu böyle.
Her günü bir önceki akşamdan kaba hatlarıyla planlayarak sabah
yola düştük. Bu planlar bazen tuttu, bazen tutmadı, ama önemli
olan planlar değil yolculuktu bizim için, hakkını vermeye
çalıştık. Bizi çağıran hiçbir güzelliği es geçmeden, çok
popüler olan bir hikayede söylendiği gibi 'ruhlarımızın
yetişmesine izin vererek' gezdik, beklentilerimizi fazlasıyla
karşılayan bir rotada keyifli bir hafta geçirdik.
 |
Ne bulurlarsa masraf çıkar acaba? |
Ne
var abi orada, gitmeye değer mi?
Bölge
hakkında gerek internette, gerek basılı malzeme ve kitap olarak
çok bilgi bulmak mümkün değil. Gitmeden önce internetten
ulaştığımız sitelerdeyse çok az bilgi, bir kısmının ne
olduğu tam anlaşılamayan bol fotoğraf vardı. Yine broşür ve
bilgi kitapçıkları da kısacık beylik bilgilerle bol fotoğraftan
oluşuyordu. Elimizde bulunan 2 rehber kitabın basım tarihleri
eskiydi, dolayısıyla bazı bilgiler güncel olmayabilirdi, nitekim
bazı yerlerde bu da başımıza iş açtı. Bunlardan dolayı
hedeflerimize yaklaştıkça gezeceğimiz yerler ve güzergahımız
hakkında etraftan bilgi toplamaya çalıştık.
Böyle
gezmenin avantajları olduğu kadar dezavantajları da var muhakkak.
Yanımıza aldığımız kitaplar, dostlarımızın tavsiyeleri, yol
sorduğumuz insanlar olmasına rağmen bazı yerlerde kaybolduk,
gidip bir şey göremeden geri döndüğümüz yollar oldu.
Trabzon'da ismine çokca rastlanan, bazı kuruluşların da ismini
kullandığı Vazelon Manastırı'nı uzaktan görmemize rağmen
yanına gidemedik, doğru düzgün bir tabelası bile olmayan,
deneyerek bulduğumuz yolların sonunda karşımıza çıkan
manastırın patikasını bulamadık bir türlü, değil kitabın
birinde bahsedilen kahve, bir insana bile rastlayamadığımız
yolculuktan aşağıdan çekilmiş birkaç fotoğrafın dışında
bol bol çamur kaldı hatıra olarak. Yine Kağızman yolunda
rastladığımız Camuşlu Kaya Resimleri tabelasının gösterdiği
yola saptık, ulaştığımız ilk köyde bir teyzeye yolu
sorduğumuzda 'Gidemezsiniz.' demesine rağmen yola devam ettik,
sonuçta gidemedik, geri döndük. Teyze, arabanın lastiklerine
bakıp 'Gidemediniz, değil mi?' dedi, 'Senin yüzünden oldu.'
cevabını duyunca attığı kahkahaya bile değerdi o zahmetli
yolculuk. Günümüzden 13 bin yıl önce yapılan resimleri
göremedik ama anlatacak hoş bir anımız oldu en azından.
 |
Nasıl çıktığımı görmem lazım.. |
Türkiye'de
kaç tane Baksı var?
Yol
tarifi alırken 'Eski ismi Baksı, müzenin adı da aynı ama köyün
yeni ismini hatırlamıyorum.' demişti arkadaşım. Bu köyde doğan
sanatçı ve eğitimci Hüsamettin Koçan'ın bir düşüyle hayat
bulan, ummadığınız bir anda karşınıza çıkan ilginç bir
binanın içinde umulmadık bir koleksiyon değiştirilerek
sergilendiği, bu köyde yaşayan gençlerin geziniz sırasında size
eşlik ettiği, Çoruh Vadisi'ne bakan bir yamacın üstünde
yükselen, kendisi bile bir sanat eseri olan yapı, güzel bir
kütüphane ve toplantı salonunun yanı sıra çevre insanlarına
çeşitli eğitimlerin verildiği atölyeleri de kapsayan bu yapının
bulunduğu köyün yeni adı 'Bayraktar' imiş.Merakıma engel
olmadım, Google'da 'Bayraktar Köyü' olarak arama yapınca karşıma
epey bir seçenek çıktı, 'Baksı' olarak arattığımda ise
seçenekler yerleşim yeri olarak tekti. Orta Asya halk kültüründe
'Şaman' demek olan bu kelime birilerine yabancı gelmiş olacak ki
anlayabilecekleri bir kelime ile değiştirmişler.
Türkiye
genelinde bir çok örneği olan bu yeniden adlandırmada çoğu
zaman çok yaratıcı olamamışlar ne yazık ki. Buğdaylı,
Kılıçcı, Laleli, Göztepe buradaki köy isimlerinden bir kaçı.
Yaşayanların bir kısmı hala eski isimleriyle beraber kullanıyor
bu yeni 'yakıştırma'ları. Bazen karışıklıklara da yol açmıyor
değil bu durum. Yusufeli'ne bağlı, Barhal Dağları'nın (gerçi
onların ismini de değiştirmişler) eteğinde, Barhal Çayı'nın
kıyısında, içinde bütün kaynaklarda Barhal Kilisesi olarak
adlandırılan Barhal Köyü'nün yeni adı Altıparmak. Ve siz köye
yaklaşana kadar bu ismi bilmiyorsunuz. Sırtını, temmuz
sonunda bile başı karlı zirvelere dayayan, içinden gürül gürül akan
coşkulu bir derenin çağıltısı ile her daim şen bu yemyeşil
vadinin isminin ne önemi var mı diyeceğiz? Demesek ya da
demeselerdi daha iyiydi bence, yüzyılların birikimi günümüze
gelen her şeyi korumak, bizim sorumluluğumuz olmalı.
 |
Surların içinde bir köy |
Kale mi
diyeceğiz, yoksa köy mü; Tunçkaya mı yoksa Keçivan olarak mı
yazacağız, bilmem ama, anlatıldığı kadar etkileyici bir yer
olduğunu anlamak için kapısına kadar gitmek gerekiyor. Evet, iki
vadi arasında yükselen bir kayalığın üzerine yerleşen bu köyün
bir kapısı var, buradan girmezseniz başka yerden girmeniz için
epeyce uğraşmanız gerekiyor. Bu kapı öyle basit bir kapı da
değil, yüksekliği 10 metreyi bulan iki sıra surdan geçmeniz
gerekiyor. Dışardaki şaşaanın izine içeride rastlamak mümkün
değil, sıradan bir köye girmek için fazla tantanalı bir yol
kullanılıyor. Görkemli kapıdan geçtiğiniz zaman ise sizi
karşılayan hayvancılıkla geçinen bir köy; yolları çamurlu,
insanları güleç, çocukları mutlu bir köy. Girerken yaşadığınız
tedirginliğin izi bile yok köyün içinde, belki de ortaçağın
karanlık filmlerinden çok etkilenmişiz. Yoldan görülen kilisenin
karmaşık yolunda çocuklar bize eşlik ediyor, fotoğraf çektirmek
için sıraya giriyor, onların bu halini büyükler keyifle
seyrediyor ve çay eşliğinde kendi yaptıkları peyniri ikram etmek
için bizi davet ediyorlar. Tarih boyunca bir çok olay gördüğü
kesin olan bu kasvetli köyün insanlarının bu kadar sevecen olması
insanı hayrete düşürüyor.
 |
Eski aletler, eski defterler.. |
Anayolun
kenarında bulunan bir inek maketiyle sapıyor, kısa bir yolculukla
köye ulaşıyoruz. Görüntü olarak diğer köylerden pek bir farkı
yok, yolumuzu buraya düşüren Peynir Müzesi'ne ait bir ayrıntı
da ortada görünmüyor. Genç bakkal bizi karşılamaya hazır
bekliyor, selamlayıp müzeyi soruyoruz, daha tamamlanmadığını
söyleyerek binayı gösteriyor ve istersek gezebileceğimizi
ekliyor. Duvarlarına asılmış bilgi panolarında köyün peynirle
gelişen tarihiyle ilginç ayrıntılar fotoğraflarla anlatılmış.
Çevrede dağınık olarak müzede sergilenecek eşyalar duruyor.
Merakla okuduğumuz her ayrıntı bizi hayrete düşürüyor.
Almanlar, İsviçreliler, Ruslar ve Karslılar gerçekten ilginç bir
hikaye için burada toplanmış, bu ücra köyde farklı bir kültürün
peyniri olan gravyeri üretmişler. Daha açılmayan müzenin
ziyaretçi defteri yarısına kadar dolmuş bile, tebriklerimizi
kayda geçirerek ayrılıyoruz buradan.
 |
Neler görürüz daha, kimbilir.. |
Bir
şey bulursanız haberimiz olsun
Bu
meraklı yolculuğun bizde bulunan kaynaklarda yer almayan, ismini
bile duymadığımız hoş süprizleri de oldu doğal olarak.
Yusufeli yakınlarında gördüğümüz Esbek Kalesi'ni daha önce
hiç duymamıştık örneğin. Gördüğümüz tabelayla anayoldan
ayrıldık, bir iki sapaktan sonra yol kenarında rastladığımız
birine sorduk, gülerek yüzümüze baktı, eliyle tepeyi gösterdi
ve ekledi: 'Bir şey bulursanız haberimiz olsun'. Gezmek, bazıları
için çok amaçsız bir iş, 'muhakkak başka işleri vardır' diye
düşünürler, sonunda da definecilikte karar kılınır. Haksız da
değiller aslında, gördüğümüz bir çok yapı definecilerin
epeyce ilgisini çekmiş. Her tasvir ya da yazıyı bir işaret
saymışlar ve epeyce uğraşmışlar, bulmuşlar mı bilinmez ama
onarılamaz izleri hala duruyor.
İstisnasız
her kilisede bir 'çalışma' yapmış defineciler. Onların
bıraktığı izlere tezat adak mumlarıyla karşılaştık bir
çoğunda da, herkesin umudu başka tabi. Malzemeleri başka yerlerde kullanılmak üzere zarara
uğratılmış tarihi yapılarla da karşılaştık. Görkemli ceviz ağaçlarının arasında heybetle
yükselen Tbeti Kilisesi'nin dinamitle parçalanan taşları okul ve
camiye gitmiş mesela. Öşk Vank'ın, İşhan'ın koca koca taşları
kimbilir nerelerde. Kaderlerine terkedilmiş yaklaşık bin yıllık
bu yapılara değil sahip çıkmak, yavaş yavaş tüketmeye
çalışmışlar; ama onlar gene de direnmişler bu tahribatlara. Çok
sevdiğimiz yazı yazma durumlarına hiç girmiyorum bile, hatta bazı
yerlerde abartıp resim yapmaya girişmişler.
 |
Araziye uyan yollar |
Arabayı
araziye uydurduk
Ana
yolları fazla tercih etmeyeceğimize baştan karar vermiştik, ancak
aracımız konusunda şüphelerimiz vardı. Arazi aracı konusunda
gidip geldik, sonunda bir binek arabada karar kıldık. 'Arazi
aracınız mı var?' diyenlere verdiğimiz 'Hayır, aracımızı
araziye uyduruyoruz.' yanıtından genelde büyük keyif aldık. Araç
da bizim yüzümüzü kara çıkarmadı; ses çıkartmadan,
arızalanmadan, lastiği bile patlamadan yolun sonunu gördü.
Yolların
bu kadar bozuk olması, bir çok yerin gözlerden uzak kalmasını da
sağlamıştı doğal olarak. Hatta bazen yerel yöneticilerin
kasıtlı olarak yolları yapmayıp tabela dikmediklerini
düşünüyorum. Özellikle Trabzon'un bu konudaki ilgisizliği
dikkat çekici. Herkesin bildiği birkaç yer için gösterilen özene
rağmen diğer görülesi yerler hiç yokmuş gibi davranılmış.
Şehir içinde yer alan Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'ni bile ancak
sorarak bulabilirsiniz. Gümüşhane ise tabela konusunu fazla fazla
halletmiş. Neredeyse her sapakta kaç kilometre kaldığını bile
gösteren tabelalar mevcut. Gezimiz sırasında uğradığımız
diğer illerde ise yeterli denebilecek tabelalar mevcut.
Gördüklerimle ne kadar mutlu olduysam da 'Acaba kaçırdığım bir
şeyler oldu mu?' diye düşünmüyor değilim.
 |
Rengarenk bir coğrafya |
Şeftali
Molaları
Gezi
tarihimizi seçerken tamamen iş açısından uygun zamanımıza göre
ayarladık, bu da ramazan ayına denk geliyordu. Hava açısından
iyi olma ihtimali yüksekti, tatilcilerin genelde evde olduğu
zamanlardı, yani yollar, gezilen yerler nisbeten sakin olabilirdi.
Ancak bazı yerlerde ramazan demek, yemeğin tamamen unutulması
anlamına geliyor. Bazı yerlerde iftar saatinden sonra bile açık
lokanta bulamadık. Hatta sağlam olsun diye gazete kağıdıyla
camlarını bile örtmüşlerdi çoğu lokantanın. Bu duruma
kendimizi hazırlamıştık, yanımızda bol miktarda galeta ve atıştırmalık
vardı, uygun yerlerden takviye de yaptık. Yine ara ara
meyve, hatta mevsimi olduğu için özellikle şeftali ile de midemizi avuttuk.
Yani bu
gezi, beni tanıyanları yemekler açısından hayal kırıklığına
uğrattı, ama keyifli sofralarımız da oldu. Hamsiköy Kardak
Tesislerinde dostum Koray Pervanlar'ın lezzetli etleri ve tabi ki
sütlacı, Uzundere Yedigöller Tesisleri'nde yöresel yemeklerden
oluşan tabak ve kuru kayısıdan yaptıkları tatlı, Şavşat
Karagöl'de alabalık ve salata, Taşköprü Yaylası'nda yediğimiz
patates yemeği unutulmazdı.
 |
Yolun her kıvrımı farklı bir coğrafyaya gidiyor. |
Abi
kaç km kaldı?
Acemi
yolcunun en büyük hatası hedefe kilitlenmesidir. Oysa yolculuk bir
bütündür, bütünüyle yolda olma halidir, gidilen yerler ne kadar
ilgi çekici olsa da yolların hakkını da vermek gerekir. Bu sayede
ilginç ayrıntılarla oyalanır ve sıkılmadan hedefe varır. Hatta
ilginç bir şekilde anılarda, fotoğrafların aksine gidilen
yerlerden çok yolculuk anıları kalır. Eski Zigana yolunun
virajlarında ilerlerken birden karşınıza çıkıveren Torul Baraj
Gölü ve Harşit Vadisi'nin manzarası güzel bir anıdır mesela.
Çaykara'dan Bayburt'a, Ardahan'dan Şavşat'a, Uzundere'den dağ
yolunu izleyerek Oltu'ya, Gümüşhane'den Santa Harabeleri'ne
yapılan yolculuklarda coğrafyanın inanılmaz değişimi, iklimin
yaptığı oyunlar, üzerinize yürüyen bulutlar unutulamaz. Daha
önce görmediğiniz çiçekler, ismini bile bilmediğiniz kuşlar,
nereye gittiğini merak ettiğiniz insanlar hep yolunuzdadır. İşte
bir coğrafyada sayısız defa kıvrılarak ilerleyen yolları
'yolculuk' haline getiren bu ayrıntılardır.
Yol
üzerinde karşınıza çıkan her tabelaya inanılır mı? Elbette
inanılmaz, sormak, soruşturmak gerekir. Bunu yaparken sağlam bilgi
kaynaklarınız ve en önemlisi sağlam bir yol arkadaşınız
olmalı. Ayrıntıları öğrenmeden bu yolculuğa evet diyen,
keşfetme heyecanını her daim taşıyan, olumsuzluklardan yılmayan
ve en önemlisi gördüğü güzelliklerin tadını çıkaran dostum
Suat Ertüzün'e teşekkür etmeliyim. Yine güzergahımızı
belirlemede büyük katkıları olan, bazı günlerimizi en ince
ayrıntılarıyla planlayan, onsuz görme şansımızın bulunmadığı yerleri tavsiye eden, kendini bölgeye adamış dostum Egemen Çakır'a
da kocaman bir teşekkür borcum var. Yolculuğun bu iki temel
taşının dışında tanıdık, tanımadık bir çok kişiden de
büyük destek aldık, onları da dostlukla anmam gerekiyor. Umarım
yollarımız bir yerlerde tekrar kesişir.