14 Mart 2012 Çarşamba

Ayakkabı

Trafik ışığının yeşile dönmesini beklerken ayakkabılarına baktı, uzun süre aramış, şansına çok da uygun fiyata almıştı. İndirim yapan bir dükkanda bulmuştu bunları, vitrinde uzun süre kaldığı için oluşan belli belirsiz bir lekeden dolayı normal fiyatının üçte birini ödemişti. Sürekli ayakta durduğu, uzun yürüyüşler yaptığı için rahatlığı da cabasıydı. Her karşılaştığı tanıdığa gösteriyor, kaça aldığına dair tahminlerini soruyor, sonunda böbürlenerek hikayesini anlatıyor, her anlatışında neredeyse rahatlığı ve şıklığı kadar keyif alıyordu. Evden çıkmadan cilalı süngerle sildiği için pırıl pırıl parlıyor, kenarında markasını gösteren küçük arması ile çok şık görünüyordu. 


Kafasını kaldırıp trafiği kontrol etti tekrar, elindeki alışveriş torbalarını yere bırakmayı düşündü bir an, sonra vazgeçti, ev yeni temizlenmişti. Ucuz olduğu için pazardan toplu olarak almıştı, bir haftalık olası ihtiyaçları olanca ağırlığıyla ellerindeydi. Biraz daha rahat harcayabilmek, en azından gelecek bir kaç ay için mümkün değildi. Her tezgahın önünde dakikalarca durarak, diğer fiyatlara bakıp kıyaslayarak, arada üç kuruş da olsa pazarlık yaparak doldurduğu ağır torbaları bir kaç ay daha taşıyacaktı çaresiz. 


Arabaların durduğunu görünce karşıya geçip hızlı adımlarla eve yöneldi. Tuvalete gitmeli, yemek hazırlayıp karnını doyurmalı, sonra günün yorgunluğunu atarak güzelce dinlenmeliydi. Evin kapısını açıp içeri girince torbaları bıraktı, nefes bile almadan tuvalete koştu.


***


Yaz tatilinde çalışıp harçlığını çıkarmak istemiş, ama bu kadar yorulacağını tahmin bile etmemişti. Kış boyunca okul çıkışında, evlerden verilen siparişler için yine yardım ediyordu bakkala; fakat yazın hem bütün gün çalışmaktan, hem de sıcaktan baygınlık geçirecekmiş gibiydi. Kazancı fena değildi gerçi, bahşişlerle iyi bir para geçiyordu eline, sıkıntılara biraz daha katlanırsa okul açılınca rahat edecekti. İndiği merdivenlerden yuvarlanmamak için bile bir gayret gerekiyordu şimdi, "Bir an önce akşam olsun." diye düşünürken hırsından ağlayacaktı neredeyse. 


Kaç kat kaldığını hesaplarken daire kapısının önünde parıldayan ayakkabıları gördü. Bunları almak için çok çalışması lazımdı, ızdıraplarına bir yenisini ekleyerek inmeye devam edecekken bir an durdu, ayakkabıların pırıltısına baktı, ayağında çok şık duracaklardı. Cebinden servis sırasında lazım olur diye  taşıdığı poşeti çıkardı, etrafı dinledi bir süre, eğilip ayakkabıları poşetin içine koydu. Mahallenin camisine bırakır, akşam eve dönerken de alırdı, nasıl aldığına dair yalanlarını hazırlarken apartmandan çıktı, camiye yöneldi.


***


Görünüşünü o kadar güven veriyordu ki, kimse camilerden ayakkabı çalarak geçindiğini tahmin etmezdi. Gözüne birini kestirir, hareketlerini kollar, ayakkabısını sanki kendisininmiş, yıllardır giyiyormuş gibi hiç incelemeden aşırır, şansına iyi de para getirirse bayram ederdi. Sabahtan evden çıkar, her gün farklı camilerde sanatını icra eder, şüphe çekmemek için cami içinde rekat rekat namaz kılardı. Hatta o kadar huşu içinde kılardı ki bu namazı, görenler bir kaç ayakkabıyı hiç düşünmeden onun için feda edebilirlerdi. Görünüşten sevap yazılsa, cennetin ilk ziyaretçilerinden biri olacağı muhakkaktı. Günahkar olduğunu düşünmüyordu zaten, bugüne kadar ayakkabısızlıktan ölen, evden çıkamayan, camiye gelemeyen kimse görmemişti. İşte diğer insanların hayatındaki önemsiz bir ayrıntıdan geçimini sağlıyor, ihtiyaçlarını gideriyordu.


Bu sefer seçtiği camiden pek umudu yoktu ama yolu buraya düşmüşken şansını denemek istedi. Abdestini alarak işe başlardı, bu şekilde hem dikkat çekmez, hem de etrafını kolaçan ederdi. Camiye girdi, kendisinin bile anlamadığı dualar ederken dip rafların birinde poşeti gördü. Kendi ayakkabısını poşetin yanına koydu, caminin her tarafını inceleyerek kimsenin olmadığına emin oldu, her ihtimale karşı iki rekat namaz kıldı. Camiden çıkarken elindeki poşetin içine göz ucuyla baktı ve artık paydos edebileceğini düşündü, iyi fiyata verebileceği ayakkabıyı elinden çıkarmak için doğrudan pazara yöneldi.


***


Büyük umutlarla geldiği bu şehirde elde ettiği ilk kazanç, dertlerini bir nebze olsun azaltmıştı. Bir yandan tutumlu olması gerektiğini düşünüyor, bir yandan da gördüğü her dükkandan alışveriş yapmak istiyor, bu tuzağa düşmemek için etrafına fazla bakmadan kendisine tarif edilen pazara doğru hızlı adımlarla ilerliyordu. Burada çalıntı malların satıldığını herkes biliyordu, kendisine küçük yaşlardan beri öğretilen günahlardan birini işleyecekti belki ama fazlasına da gücü yetmiyordu. Üstüne başına bakan insanların gözlerinde daha değerli olabilmek adına biraz günaha katlanabilirdi. 


Fazla harcamamak için nelere ihtiyacı olduğunu defalarca tekrarlamasına rağmen ayakkabıları görünce kendini tutamadı. Sırf armalarıyla bile daha çok saygıyı hak eden bu ayakkabıları ayağına geçirdi, uzun zamandır aklına gelmeyen bir havayı ıslıkla çalarak caddeye adımını attı, önce acı bir fren sesi, ardından büyük bir acı duydu.


***


Ambulanstan aldığı ayakkabıları, sahibine göz göre göre yalan söyleyerek evine götüren hastabakıcı, oğlunun bakışlarıyla babalık gururunu okşamış; oğul, babasına sarılmamak için kendini zor tutmuştu. Bir türlü iş bulamadığından dolayı çıkan tartışmalara o akşamlık bir ara verildi, sakin bir yemeğin ardından televizyon karşısında otururken babasına layık olmak için defalarca kendine söz verdi. Uzun zamandır iş aramasına rağmen kendine layık gördüğü bir iş bulamamıştı. Maddi olarak hep kısıtlanmış, isteklerine ulaşamamıştı, ömrünün bundan sonrasında daha rahat yaşamak istiyordu. 


Ertesi gün hangi pantolonun altında daha iyi duracağını düşünerek gardrobun önünde geçen bir sürenin ardından erken sayılacak bir saatte kendini dışarı attı, mahalle bakkalının önünde gelen geçenleri, ama daha çok ayakkabılarını seyretti. Arkadaşlarının geleceği saate kadar vakit geçirmek için biraz dolaşsa iyi olacaktı, neşeyle kaldırımdan indi, okula gitmekte olan çocukların ellerindeki topa neşeyle vurdu, güzel bir şut çekecekti, ayağı bir taşa takılınca ayakkabının dikişleri patlayıverdi. 


***


Küçücük dükkanın içinde sıkıntıyla oturuyor, gelen geçeni seyrediyordu. Eskiden daha çok iş yapar, hem tamirden, hem yaptıklarından para kazanır, sıkılacak zamanı olmazdı. Son zamanlarda pek uğrayan kalmamıştı. Yeni model ayakkabıların bazıları tamir olmadığı için gelenlerin bir kısmını da kendi geri gönderiyordu. Bazı insanlar da tamir ettirmektense gidip yenisini almayı tercih ediyorlardı. Yaşı genç olsa başka bir meslek seçerdi kendine, kazanmak için kırk takla atması gerekiyordu.


Yaşı hayli ilerlemişti, belki bu yüzden yaşlıları fazla sevmiyordu. Fakat neredeyse tek müşterisi de onlar oluyordu. Genellikle namazlardan sonra uğradıkları için, hiç ilgisi olmamasına rağmen ezan vakitlerine dikkat eder, yapraklı bir takvimi dükkanından eksik etmezdi. Başka önemsiz işlerini ara vakitlerde yapar, namaz vakitlerinde mutlaka dükkanında olur, cemaat dağılmaya başlayınca da yerinden kalkar, kapıya doğru yürür, gereksiz selamlaşmalara muhatap olmamak için bir adım mesafede durur, elleri arkasında sevimsiz bulduğu bu insanların dükkanına yönelmelerini beklerdi.


Yine sıkıntılı bir gündü, tıpkı diğerleri gibi. İyice umutsuzluğa düşmesine sebep olan düşüncelere teslim olarak dalıp gitmişti küçücük dükkanın içinde. Düşünecek zamanın olmadığı günleri özleyerek saatine baktı, yerinden kalktı, ince bir hesapla belirlenmiş gibi yerini aldı. Birbirlerini son defa görecekmiş gibi az konuşup çokça birbirine bakan küçük kalabalıktan ayrılan Hacı Amca'nın dükkana yaklaştığını görünce hemen yerine döndü, oturmasıyla kapının açılması bir oldu:


- Selamün aleyküm.
- Aleyküm selam Hacı Amca, hoş geldin. Nasılsın?
- İyi diyelim, iyi olsun.
- Maşallah, iyi gördüm seni. 


Aslında iyi olmadığını ikisi de biliyordu, inanmadıkları bu yalanı uzatmak istemediler. Uzun zamandır rahat bir ayakkabı aradığını söyledi Hacı Amca, ayakkabı tamircisinin kendisine önerdiği çifti denerken, tamirci ne kadar koparabileceğini düşünüyordu. Tamir için kendisine getiren delikanlıyı, olmayacağına ikna ederek daha ucuz ama benzer bir çift ayakkabıyla gönderdiğinden beri tadını çıkardığı karlı alışverişin sonuna yaklaşmıştı artık. Böyle güzel bir kazançtan dolayı kendisiyle gurur duyuyordu ama bunu şimdi belli etmemeliydi, zaferinin tadını çıkartmasına az kalmıştı. Hacı Amca'nın memnun kaldığını görünce düşündüğünden biraz yüksek söyledi fiyatı, kaçınılmaz pazarlığın sonunda bile yüzünü güldürecek kadar para almıştı.


***


Trafik ışığının yeşile dönmesini beklerken ayakkabılarına baktı, kapının önünde unuttukları geldi aklına, içi cız etti. Alana ne kadar beddua etse de bir türlü rahat edemiyor, başkasının emeğine saygısızlık olduğunu düşünüyor, kabul edemiyordu. Nasıl insanlar olduğunu çok merak ederdi, nasıl bir sebeple böyle bir işi yapıyorlardı? Başkalarının kolayca çok para kazandığını mı düşünüyorlardı acaba? Kendi yaptıkları da kolay kazanç değil miydi sanki? Ne giden ayakkabı, ne de ayakkabıya verdiği paraydı aslında onu üzen, uğradığı haksızlığa karşı çaresiz kalmak, enayi yerine konduğunu hissetmek çok dokunuyordu. Sanki hırsız, bir köşede saklanmış onu izliyor ve haline gülüyordu. Karşısına çıksa iki çift lafı vardı, söyleyemedikçe içinde büyüyordu.


Kapı önündeki kalabalığın sebebini merak ederek apartmandan içeri girdi, merdivenlerden çıkarken Hacı Amca'nın öldüğünü kapıcıya söyleyen kadının sesini duydu:


- Ölüm işte, ne yaparsın, Allah rahmet eylesin. Bu ayakkabıları yeni almıştı, doya doya giyemedi, sen dene, olmazsa bir fakire verirsin.


"Başınız sağolsun." derken  günler önce kaybolan ayakkabılarını gördü kadının elinde, gözlerini alamadı bir süre. Ara sıra karşılaştığı nur yüzlü rahmetlide ne işi vardı onların? Kapıcının ve kadının şaşkın bakışlarından kaçmak için "Mekanı cennet olsun." diyebildi, merdivenlere yöneldi, "Ayakkabılarım!" diye sayıklayarak evin kapısına ulaştı. Sonraki günler kapıcı çöp almaya geldiğinde ayaklarına bakıyor, ayakkabılarının Hacı Amca'nın eline nasıl geçtiğine hayret ediyordu.

4 Mart 2012 Pazar

Buluşma

Fazla uyuyamamış, erkenden kalkmıştı. Bir iki yazışma, bir kaç telefon görüşmesinden sonra bugün buluşacaklardı. İlk karşılaştıkları andan beri duyduğu heyecanların hepsi toplanmıştı sanki şu an içine. Duş almış, traş olmuş, giysilerini seçmiş, giyinmişti. Bütün bunları yaparken de neler konuşulacağını tahmine çalışmış, hangi sorulara ne karşılık vereceğini, önemli bazı konulardaki düşüncelerini nasıl anlatacağını tasarlamıştı. Bu konuşmalar sırasında kendi sorularını soracak, nasıl cevap verildiğine bakarak hükümler verecek, bir yandan da ortamı rahatlatarak buluşmanın keyifli geçmesini sağlayacaktı. Gerginliği atmalı, geçen zamanın hoş bir anı olması için çabalamalıydı. Tanıştıkları bu kısa sürede yaptıkları konuşmaları getirdi aklına. Bunlardan aldığı fikirlerle konuşmayı yönlendirecekti ama daha önemlisi bütün ayrıntılarını hatırlamalıydı. Konuşmanın bir yerinde 'Ben şunu demiştim' ya da 'Sen demiştin ki' diye başlayan cümlelere doğru yanıtlar verebilmeliydi, aksi durumun soğukluğuyla ürperdi bir an. Bu tip konuşmalarda hep aklına yetenek sınavlarında bulunan heyetler gelirdi. Becerikli olmak yeterli değildi, ispatlamak gerekirdi ve heyecandan ne yaptığınızı bilmez halde karşılarında dururken hepsi birden ısrarla size bakarlardı. Tek kişiden oluşan bir heyetin karşısında sevme becerisini ispatlamak, sevmeye ikna etmekse daha zordu. Başarısızlık durumunda belki hayat devam ederdi, ama insan yine de bunu kolay kabullenemiyordu. 


Bir kahve hazırladı, camın önüne oturup dışarıyı seyretmeye başladı. Bir hafta sonu sabahının sakinliği ile yatıştırdı bir süre içindeki karmaşayı. İlk anlar belki biraz gerecekti ama sonrasında yaşayacağı güzelliklerle unutacaktı bunları. Birbirleriyle oldukları o kısa sürenin sonunda ne güzel hayaller kurmuştu. Kendisine bakan gözlerdeki ışıltı geldi aklına. Böyle güzel bakılan bir insanın hayatı da mutlu geçerdi elbet. Yan yana gelmek, konusu önemsiz olsa da bir şeyler konuşmak için harcadıkları çabayı düşündü. Ne yapacaklarını bilemedikleri için yaşadıkları garip durumlara gülümsedi. Bütün başlangıçlarda yaşanan güzel duygularla doldu yüreği. Bu duyguların hiç bir düşünceyle kirlenmeyeceğini sanacak kadar mutluydu. 


Daha fazla evde kalamayacağını hissediyordu. Kahvesini bitirmeye bile ikna edemeden sokakta buldu kendini. Penceresi kapalı evlerde umursamazlık vardı sadece, adımlarını hızlandırıp caddeye doğru yürüdü. Normal zamanlarına göre sakin sayılsa da kendini oyalayacak kadar hareketin olduğu caddeyi görünce rahatladı. Durup insanları seyretti bir süre. Sabah mahmurluğu taşıyan bu yüzlerde çok az duygu saklıydı. Bir kısmı şehrin bu saatlerini yaşamak için sokağa çıkmış, başka zamanlarda kalabalıktan vakit ayıramadıkları ayrıntıların peşine düşmüşlerdi. Bir kısmı kimbilir neden, kimden kaçarak buraya gelmişlerdi. Önceki gece neler yaşadığını bilmediği insanlar evlerinde uyurken,  ketum bir tavırla sürekli başları önde çalışan çöpçüler, onların hayatlarından kalan küçük kırıntıları temizliyorlardı. Elleri cebinde yürüyen bir delikanlı, aklından her neyi sayıyorsa adımlarına uyduruyor, şaşırmamaya çalışıyordu.


Kalbinin ritmi yavaşlamaya başlamışken elele tutuşup yürüyen bir çift gördü. Yüzlerinde bir huzur vardı, elleri zorlanmadan birbirlerine kavuşmuştu, adımları olması gereken buymuş, başka türlüsü mümkün değilmiş gibi uyumluydu. Kıskanmadı, kendisi için bir umudu vardı çünkü. Gözden kaybedene kadar izledi onları, sonra bir kitapçıya girdi. Kitap almaya niyeti yoktu, tezgahtar belki de bunu anladığı için ilgilenmedi bile. Yeni başlangıçlar için en uygun yere, şiir kitaplarına yöneldi. Fal tutar gibi aldı içlerinden birini, fal tutar gibi bir sayfasını açtı. 'Bir şair, hayatı boyunca kaç kişiyi sever acaba?' diye düşünerek okudu ilk şiiri. Bu şiiri yazarken yalnız mıydı acaba? Belki de hayatındaki kişi silememişti bu yalnızlık hissini. Böyle bir kişi vardıysa ve bu şiiri okuduysa, acaba yorumu ne olmuştu? Yalnızlık, etrafındaki insanlarla ilgili değildi, kendi içinde yaşardı herkes bu duyguyu. Herkes konuşabilirdi ama avutamazdı. Avutulamayan insanlardı işte yalnızlar. Ya ararlardı, ya da vazgeçip başka avuntulara yönelirlerdi, bunların çare olmadığını en iyi onlar bilirdi üstelik. Avuntu beklediği bir insan vardı en azından, haline şükretti. Birazdan bir araya gelecek, birlikte güzel vakit geçirecek, birbirlerini seveceklerdi. Başka türlüsünü düşünmemeliydi bile, öyleyse gitmesine gerek de yoktu. Nasıl bir yalnızlık yaşadığını anlayamadığı şairin kitabını aldığı yere bırakarak dışarı attı kendini.


Karnının acıktığını düşündü, diğer bütün hislerini bastıracak hale gelmişti. Bir simit aldı, karşı sırada yer alan küçük çay ocağına oturdu, bir şey söylemesine gerek kalmadan rengiyle mutlu eden bir bardak çay önüne geldi. Teşekkür ederken sanki hiç gülmeyecek bir adam olarak düşündüğü çaycı, kendisinden beklenmeyen yumuşak bir sesle afiyet diledi. Taze simitten bir parça koparıp ağzına götürdü, çayından bir yudum aldı. Lokmasını çiğnerken küçük masanın üstüne, simite, etrafa dağılmış susamlara, çaya baktı. Aç bir insanı donatılmış sofra kadar mutlu eden bu görüntüye dalıp giderek kendisi için basit ama güzel bir hayat diledi.