15 Ocak 2012 Pazar

Bakışlar

Kız vapura son anda yetişti, etrafına hiç bakmadan pencere kenarında bulunan boş bir yere yöneldi hemen. Zihninin ve bedeninin yorgunluğu ile oturuverdi boş koltuğa. Kendinden sıkıldığı uzun günlere bir son verme kararındaydı. Büyük beklentilerine küçük dokunuşlar yetmiyordu. Her ne olacaksa tam istediği gibi, tam ondan beklendiği gibi olmalıydı. Ve çevresinde bulunan herkes bütün kalbiyle onaylamalıydı. Bir türlü yakalayamadıkları mutlulukları onunla tamam olmalıydı. Duyduğu şikayetlere sebep olmayacak bir hayat arıyordu. 


Oğlan karşısına oturan kıza bakakaldı. Uzun, dalgalı saçları güzel yüzünü küçük okşayışlarla geçerek omuzlarına iniyor, nereye gideceklerine karar veremeden kendilerini rastgele bırakıyorlardı. İçlerinde çok güzel anlamların sıkıştığı gözleri temas ettiği hiç bir şeyi incitmemek için yumuşacık bakıyorlardı. Burnunu, kimbilir hangi koleksiyonda yer alan, insanların bakmaya doyamadığı bir heykelden ödünç almıştı. Dudakların her bir kıvrımı uzanarak başka bir kıvrımı tamamlıyor, birbirlerine değmekten büyük keyif alıyorlardı. En hoyrat insanın bile dokunurken keyif aldığı bir kumaşa benzeyen teni apaktı. Biçimli elleri dizlerinin üstünde buluşmuş, küçük dokunuşlarla kendilerini oyalıyorlardı.


Kız camdaki su damlalarına bakıyordu. Uzun bir yoldan geldikleri için yorgundular,bazen küçük titreyişlerle ama çoğunlukla hareketsiz duruyorlardı camın üstünde. Bazen bir tanesi, belki yorgunluktan, ya da bıktığından bırakıveriyordu kendisini, yoluna çıkanları da kendine katarak iniveriyordu aşağılara. Belki direnenler vardı bu kaçışlara, ama genelde kaderlerine boyun eğerek bırakıveriyorlardı kendilerini akışa. İnsanları düşündü kız. Niyeyse bir sıkıntıları olduğunda önlerine bir kaç kişiyi katarak düşüyorlardı insanlar da. Çoğunlukla sessiz sedasız yaşıyorlardı. İstedikleri gibi değil, onlardan istenen hayatı yaşamak için programlamışlardı kendilerini. Çile dolduracak bir yerdi ne de olsa bu dünya, güzel bir şey olunca kendilerine saklamalı, kıskanılmamak için bu tesadüfü kimseyle paylaşmamalıydılar. 


Oğlan kıza bakıyordu. Yüzünde bir maske vardı kızın. İçindeki coşkulardan biri ne zaman kendini göstermeye kalksa, maske var gücüyle bunu belli etmemeye çalışıyordu. Yine de arada engelleyemiyordu bir kısmını. O zaman da kız eliyle saçını düzelterek, yanağını kaşıyarak, etrafına belli etmeden maskesini düzeltiyordu. Bu kısacık anlarda gördükleri yetiyordu oğlana. Gücü yetip maskeyi çıkarabilen bir kişiye bir çok güzellik vaat ediyordu bu güzel yüz.


Kız martılara bakıyordu. Çoktular, ama hepsi kendiyle meşguldü. Bir amaç için uçuyorlar, eğer bir engel çıkarsa önlerine güçlerince onu alt etmeye çalışıyor ya da hiç uğraşmadan yollarını değiştiriyorlardı. Her martı yalnızca kendi için yaşardı, başkası için değil. Hep beraberdiler, bir o kadar da yalnız. İnsanların alacağı çok ders vardı bundan, yine de bir çoğu kendi hayatını yaşarken, değerlendirirken başkalarına bakmayı seviyordu. İyi ya da kötü bir hayat yaşamaları için en güvendikleri kriter başkalarının hayatıydı. Hatalarını belli etmiyorlar, unutulmasına çalışıyorlar, başkasını ise acımasızca yargılayabiliyorlardı. Önemli olan istenen değil istenilen bir hayatı yaşamaktı, topluca kararları buydu.


Oğlan kıza bakıyordu. İçi de en az dışı kadar güzeldi, ama kimbilir ne kadar çok sebebi vardı bu güzellikleri saklamak için? Bir gün beklentilerine uygun biri gelecek, o maskeyi usulca alıp kenara koyacak, bütün güzelliğini doyasıya yaşayacaktı kız. Gelenin doğru olduğunu nereden bilecekti peki? Nasıl indirirdi maskeyi, nasıl ulaşırdı güzelliklere? Sonunda onu bekleyenler için uzun bir yolculuğa razıydı. Öyle bir ilk adım, öyle sözler lazımdı ki bu yolculuk için, yolun sonuna kadar her ikisi de sabredebilmeliydi. 


Kız denize bakıyordu. Griydi rengi, oysa maviyken daha güzel oluyordu. Denizinse renginden dolayı bir şikayeti yoktu. Kimi zaman kabarır, bazen sessiz kalır, kah güzel, kah çirkin bir kıyıya vurur, gece üşür, gündüz biraz ısınır, ne üstünde taşıdığı, ne içine aldığı insanları seçmezdi. Her zaman denizdi ve bilirdi ki kötü günleri atlatamazsa iyi günlerin tadına varamaz. Akıntılar hayat gibiydi, öncekini, sonrakini düşünmek değil bulunduğun yeri bilmek gerekti. Bir umut doluverdi içine kızın, yarın mavi bir deniz görecekti, veya sonraki gün, ya da daha sonraki. İlla bir gün görecekti daha önce görüp beğendiği maviliği. Umutla kalktı yerinden, hayatına kaldığı yerden devam etti.


Oğlan kızın arkasından bakakaldı. Maskesini çıkarıp koltuğun üstüne bırakmış, gidiyordu. Ağzından bir söz çıkmadı, sessizce izledi gidişini. Aklından hep maske üzerine bir şeyler söylemek geçmişti, karşısında kalan boş koltuğa baktı, sonra kafasını pencereye çevirdi. Camdaki damlalar, martılar, deniz anlatmaya çalıştı, anlayamazdı. Gözleri, bilinmez bir boşluğa asılı kalan kızın yüzünde kalmıştı.

7 Ocak 2012 Cumartesi

Buradan başlamalıyım...

"Herkes önüne, sağa sola bakarken, biri de göğe bakmalı; kuşları, bulutları görmeli, yıldızları seyretmeli."


Buradan başlamalıyım. Okuduğumda yalnızlık hissinden kurtulduğum, benim gibi düşünenlerin olduğunu anladığım yerden başlamalıyım. Tüm zorluğuna rağmen yaşama küçük pencereler açan, orada gördükleri ile mutlu olan, daha önemlisi mutlu eden insanlar var. Şehrin Ilık Solukları'nı ilk elime aldığım gün çok sıkılmıştım. Anlamsızca dolaşarak bu sıkıntıyı geçirecek zamanı kazanmaya çalışıyordum. Benden beklenen, düzenli bir iş ve daha önemlisi bol kazançtı. Oysa gezmeyi seviyordum. Bir tercih yapmalıydım, ya beklentilere cevap verecektim ya da isteklerime.


İnsanlara baktım, hep bana tarif edilen gibiydiler. Giyimleri, kuşamları iyi, sıcak bir ofiste, belli saatlerde çalışıyorlar, istediklerini satın alabiliyorlar, istedikleri yere gidebiliyorlardı. Peki yüzlerinde niye hep o aynı ifade vardı, niye olması gerektiği kadar mutlu değillerdi? Sabahları ya da akşamları otobüslerde, dolmuşlarda, vapurlarda karşılaştığım o ifadelerin arasına karışırsam, benden bunu isteyenler mutlu olacaklar mıydı? Ben mutlu olacak mıydım?


Yollarda olmalıydım ben. Yeni yollar, yeni yolcular tanımalı, yeni yerler görmeliydim. İnsanların mutlu anlarına şahit olmalı, onlarla güzel şeyler paylaşmalı, yaşamalıydım. Bu isteklerimi defalarca anlatsam da savunamadım kendimi, doğru değildim ben, doğru insanların karşısında söyleyecek doğru sözlerim vardı ama onlar anlamayacaklardı beni. 


Sokaklarda yürüdüm, insanları seyrettim, çay içtim, değiştiremedim hiç bir şeyi. Bir kitapçıya attım kendimi, belki satır aralarında bir cevap bulurdum kendime. Kitabı elime alıp arkasını çevirince buluverdim cevabımı. Herkes gibi olmayı tercih etmeyebilirdim, başka insanlar vardı, karışıverirdim onların arasına. Hem kendim mutlu olurdum, hem yanımdakiler mutlu olurdu benim mutluluğumla. Ya mutlu olmayanlar; onlar da artık kendilerini mutlu edecek birilerini buluverirler canım, herkese yetemem ki.


O günden öncede yollardaydım, ama artık cevaplarım vardı. Arada gökyüzüne bakıp derin bir soluk alıyor, kuşlarla selamlaşıp halime şükrediyorum.