4 Mart 2012 Pazar

Buluşma

Fazla uyuyamamış, erkenden kalkmıştı. Bir iki yazışma, bir kaç telefon görüşmesinden sonra bugün buluşacaklardı. İlk karşılaştıkları andan beri duyduğu heyecanların hepsi toplanmıştı sanki şu an içine. Duş almış, traş olmuş, giysilerini seçmiş, giyinmişti. Bütün bunları yaparken de neler konuşulacağını tahmine çalışmış, hangi sorulara ne karşılık vereceğini, önemli bazı konulardaki düşüncelerini nasıl anlatacağını tasarlamıştı. Bu konuşmalar sırasında kendi sorularını soracak, nasıl cevap verildiğine bakarak hükümler verecek, bir yandan da ortamı rahatlatarak buluşmanın keyifli geçmesini sağlayacaktı. Gerginliği atmalı, geçen zamanın hoş bir anı olması için çabalamalıydı. Tanıştıkları bu kısa sürede yaptıkları konuşmaları getirdi aklına. Bunlardan aldığı fikirlerle konuşmayı yönlendirecekti ama daha önemlisi bütün ayrıntılarını hatırlamalıydı. Konuşmanın bir yerinde 'Ben şunu demiştim' ya da 'Sen demiştin ki' diye başlayan cümlelere doğru yanıtlar verebilmeliydi, aksi durumun soğukluğuyla ürperdi bir an. Bu tip konuşmalarda hep aklına yetenek sınavlarında bulunan heyetler gelirdi. Becerikli olmak yeterli değildi, ispatlamak gerekirdi ve heyecandan ne yaptığınızı bilmez halde karşılarında dururken hepsi birden ısrarla size bakarlardı. Tek kişiden oluşan bir heyetin karşısında sevme becerisini ispatlamak, sevmeye ikna etmekse daha zordu. Başarısızlık durumunda belki hayat devam ederdi, ama insan yine de bunu kolay kabullenemiyordu. 


Bir kahve hazırladı, camın önüne oturup dışarıyı seyretmeye başladı. Bir hafta sonu sabahının sakinliği ile yatıştırdı bir süre içindeki karmaşayı. İlk anlar belki biraz gerecekti ama sonrasında yaşayacağı güzelliklerle unutacaktı bunları. Birbirleriyle oldukları o kısa sürenin sonunda ne güzel hayaller kurmuştu. Kendisine bakan gözlerdeki ışıltı geldi aklına. Böyle güzel bakılan bir insanın hayatı da mutlu geçerdi elbet. Yan yana gelmek, konusu önemsiz olsa da bir şeyler konuşmak için harcadıkları çabayı düşündü. Ne yapacaklarını bilemedikleri için yaşadıkları garip durumlara gülümsedi. Bütün başlangıçlarda yaşanan güzel duygularla doldu yüreği. Bu duyguların hiç bir düşünceyle kirlenmeyeceğini sanacak kadar mutluydu. 


Daha fazla evde kalamayacağını hissediyordu. Kahvesini bitirmeye bile ikna edemeden sokakta buldu kendini. Penceresi kapalı evlerde umursamazlık vardı sadece, adımlarını hızlandırıp caddeye doğru yürüdü. Normal zamanlarına göre sakin sayılsa da kendini oyalayacak kadar hareketin olduğu caddeyi görünce rahatladı. Durup insanları seyretti bir süre. Sabah mahmurluğu taşıyan bu yüzlerde çok az duygu saklıydı. Bir kısmı şehrin bu saatlerini yaşamak için sokağa çıkmış, başka zamanlarda kalabalıktan vakit ayıramadıkları ayrıntıların peşine düşmüşlerdi. Bir kısmı kimbilir neden, kimden kaçarak buraya gelmişlerdi. Önceki gece neler yaşadığını bilmediği insanlar evlerinde uyurken,  ketum bir tavırla sürekli başları önde çalışan çöpçüler, onların hayatlarından kalan küçük kırıntıları temizliyorlardı. Elleri cebinde yürüyen bir delikanlı, aklından her neyi sayıyorsa adımlarına uyduruyor, şaşırmamaya çalışıyordu.


Kalbinin ritmi yavaşlamaya başlamışken elele tutuşup yürüyen bir çift gördü. Yüzlerinde bir huzur vardı, elleri zorlanmadan birbirlerine kavuşmuştu, adımları olması gereken buymuş, başka türlüsü mümkün değilmiş gibi uyumluydu. Kıskanmadı, kendisi için bir umudu vardı çünkü. Gözden kaybedene kadar izledi onları, sonra bir kitapçıya girdi. Kitap almaya niyeti yoktu, tezgahtar belki de bunu anladığı için ilgilenmedi bile. Yeni başlangıçlar için en uygun yere, şiir kitaplarına yöneldi. Fal tutar gibi aldı içlerinden birini, fal tutar gibi bir sayfasını açtı. 'Bir şair, hayatı boyunca kaç kişiyi sever acaba?' diye düşünerek okudu ilk şiiri. Bu şiiri yazarken yalnız mıydı acaba? Belki de hayatındaki kişi silememişti bu yalnızlık hissini. Böyle bir kişi vardıysa ve bu şiiri okuduysa, acaba yorumu ne olmuştu? Yalnızlık, etrafındaki insanlarla ilgili değildi, kendi içinde yaşardı herkes bu duyguyu. Herkes konuşabilirdi ama avutamazdı. Avutulamayan insanlardı işte yalnızlar. Ya ararlardı, ya da vazgeçip başka avuntulara yönelirlerdi, bunların çare olmadığını en iyi onlar bilirdi üstelik. Avuntu beklediği bir insan vardı en azından, haline şükretti. Birazdan bir araya gelecek, birlikte güzel vakit geçirecek, birbirlerini seveceklerdi. Başka türlüsünü düşünmemeliydi bile, öyleyse gitmesine gerek de yoktu. Nasıl bir yalnızlık yaşadığını anlayamadığı şairin kitabını aldığı yere bırakarak dışarı attı kendini.


Karnının acıktığını düşündü, diğer bütün hislerini bastıracak hale gelmişti. Bir simit aldı, karşı sırada yer alan küçük çay ocağına oturdu, bir şey söylemesine gerek kalmadan rengiyle mutlu eden bir bardak çay önüne geldi. Teşekkür ederken sanki hiç gülmeyecek bir adam olarak düşündüğü çaycı, kendisinden beklenmeyen yumuşak bir sesle afiyet diledi. Taze simitten bir parça koparıp ağzına götürdü, çayından bir yudum aldı. Lokmasını çiğnerken küçük masanın üstüne, simite, etrafa dağılmış susamlara, çaya baktı. Aç bir insanı donatılmış sofra kadar mutlu eden bu görüntüye dalıp giderek kendisi için basit ama güzel bir hayat diledi.






2 yorum: