16 Nisan 2013 Salı

Kaşıkçı Elması Ne Kadar Eder?

Günlerden beri bilgisayar başında oturmaktan kızarmış gözlerimle  uzaklara bomboş baksam da kafamın içinde bin bir düşünce dolaşıyordu. Annemin sesiyle kendime geldim. Komşunun oğlunun ödevi varmış, Topkapı Sarayı'na gitmesi gerekiyormuş, işim yoksa beraber gidermiymişiz? Ses tonunun sonunda soru işareti yoktu doğal olarak, hemen hazırlanmalıydım, birazdan yola çıkacaktık. "Bir ilkokul öğrencisi ile Topkapı Sarayı gezilirken ne giyilir?" düşüncesi ile gardıroba yönelirken bir yandan söyleniyordum, gitmek zorunda değildim, ama bunu anneme anlatamazdım, yani gitmeliydim. Peki, ne işim vardı benim orada? 

İşim yoktu ve ben, her şeyi bu işsizliğe bağlıyordum. Mezun olalı çok uzun zaman geçmedi, evet, ama arkadaşlarım birer birer işbaşı yaparken ben hala kendime uygun bir iş arıyordum. En yakın arkadaşımın iki hafta önce işe başlamasıyla üzerimdeki baskılar ve yılgınlığım artmıştı. Aslında bazı fırsatlar geçmişti elime, ancak -kabul etmeliyim ki- çok hırslıydım. Daha iyi kazanç, daha iyi pozisyon derken epey vakit kaybetmiştim. Bütün sıkıntısı, belirsizliği, azarlarının yanı sıra cebimde çoğu zaman para olmuyordu. Annem, sanırım bu sıkıntımı anlamış, evden çıkarken elini cebime sokmuş, sırtıma vurarak arkasını dönüp gitmişti. Kapıyı çekerken arkasından baktım, elimi cebime götürdüm, fazla çıkarırsam kaybederim düşüncesi ile ucunu çıkardım, sadece 50 liraydı. Aşağı inip zili çaldığımda kapı hemen açıldı, küçük yoldaşım heyecanla beni bekliyordu anlaşılan, kısa bir süre sonra beraber sokaktaydık.

Uzun eğitim hayatının başlarında sayılırdı, benim gibi bu uzun koşuyu bitirmiş biri onun için çok ilginçti, hayranlıkla karışık sorularına biraz da gururla cevap vermeye çalışıyordum. Hep bu ilk kısımla ilgiliydi, kazara "Peki okul bitti, şimdi ne yapacaksın?" deyiverse okşanan gururum yerdeki tozlara karışacaktı, yine de tadını çıkartmaya çalışıyordum. Gelecek yıllarda belki onun yerinde olmayı isteyecektim ama şimdi geçirdiğim süreçlerin sıkıntıları tazeydi. Böyle bir gururla vapura ulaştık ve güzel havanın hakkını vererek açık kısımda oturduk. Hareket eder etmez nafakalarını arayan martılarla onlara simit atan iki yolcuyu izlemeye başladık. Bu ilişki benim popülerliğimi gölgelemiş, yoldaş, gözlerini ayırmadan onları izlemeye başlamıştı. "Ben de bir simit alsam." diye düşünsem de maddi durumu düşünüp vazgeçtim, deniz masmaviydi, bin bir düşünceyi birbirine ekleyerek maviliği seyrettim.

İçeri girebilmek için 25 lira ödemem gerektiğini öğrenene kadar keyfim yerindeydi, paranın yarısını buraya verirsem ne yer, ne içerdik? Çaresizdim, bileti sıkı sıkı elimde tuttum, kaybedersem hesap yapacak param olmayacaktı. Hesapları uç uca ekleyerek içeri girdim ve bir an ne tarafa gideceğimi algılayamadan etrafıma bakakaldım. Uzun zaman önce gelmiştim, sonrasında hiç ilgimi çekmemiş, hiç de yolum düşmemişti. Aklımda padişah giysileri, Kaşıkçı Elması ve muhteşem bir manzara kalmıştı, ama bunların da yönümü bulmam için faydaları yoktu. Önümdeki üç yola ve yoldaşıma baktım, o da gülerek bana, yolu seçmek benim görevimdi demek, birini gösteriverdim. Geziye bu şekilde başlarken yol boyunca edindiğim karizmanın buradan çıkarken epey eksileceğini anlamış oldum. Yol arkadaşım hazırlıklıydı neyse ki, ben sadece bu dehayı görünmez tehlikelerden korumakla görevliydim, bu göreve sıkıca sarıldım. Her girişte mekanları hatırlasam da ayrıntılar aklıma gelmiyordu, sadece bakmıştım demek ki, bilgiyi lüzumsuz görmüştüm. Padişah elbiselerini görünce derin bir "Oh!" çektim, yıllar öncesinden kendi yüzümü gördüm sanki:

- Ne kadar büyük insanlarmış!..

Hazine Bölümü, en çok vakit geçirdiğimiz yer oldu. Günlük hayatımızda kullandığımız eşyalar masal kahramanları için hazırlanmış gibiydi. Bir yanım "Vay be!" derken, öbür yanım "Ne gerek var?" diye düşünüyordu. Bazı güçler sadece insandan gelmiyordu, karizma için böyle suni katkılar da gerekiyordu demek. İş görüşmelerine giderken giydiğim takım elbiseye bu gördüklerimden birini iliştirseydim, sonuç ne olurdu acaba? Bu garip kombinasyonlarla uğraşırken Kaşıkçı Elması'nın önüne geldik. Eski bir dostla karşılaşmış kadar sevinerek pırıltısına uzun uzun baktım. Elindeki notlardan elmas hakkında ilginç bilgiler veren yoldaşım bir an dönüp yüzüme baktı:

- Okuduğum yerlerde göremedim, ne kadar eder acaba?

Masanın etrafında toplanmış insanlar geldi gözümün önüne, içlerinden biri de bendim. Masanın ortasında elmas vardı ve hepimiz gözümüzü kırpmadan bir bedel biçiyorduk. Biçilen değerler bir hayale uygundu doğal olarak, söylenen rakamların karşılıkları dudak uçuklatacak cinstendi. Tam bunlardan en mantıklı geleni seçip söylemeyi düşünürken cevap beklemediğini, buna ihtiyacı olmadığını söyleyiverdi:

- Satıp o parayı buraya koysalar kim gelir ki buraya.

Masada oturan herkes ayağa kalktı, söylemeyi düşündüğüm parayı 50'lik banknotlar halinde küçücük vitrine sıkıştırmaya başladılar. Bu hayali bitirmek için elimi cebime götürdüm, şu an vitrindeki örtüyü bile alacak durumda değildim. Verdiği cevabın beni ne kadar hayrete düşürdüğünü anlamayan yoldaşımın omzuna elimi koydum ve dışarı çıktık. Güzelim boğaz manzarasında, baktığım her şeyin fiyatını düşünürken buldum kendimi. Hadi evlerin, arabaların, gemilerin bir ederi vardı da şu mavi sular, beyaz bulutlar, gümüş martılar ne kadardı? Aşağıda yemek yiyen insanları görünce acıktığımı hissettim. 25 lira ve doyması gereken iki mide kaldı bir anda, bütün manzara silindi.

Saraydan çıkıp karnımızı doyuracak bir yer ararken katettiğimiz yol doğal olarak çok uzun geldi bana. Bilgisizliğimi affederdi belki ama parasızlığı asla, yani en azından ben olsam affetmezdim. Yürüdükçe küçüldüğümü hissediyor, biraz sonra yaşanacakların en kötü olasılığı üzerinden daha kötü senaryolar kuruyordum. Nasıl yalanlar bularak kurtulabilirdim acaba? Doğru beslenme, hijyen, sağlık hakkında bugüne kadar dinlediğim nasihatleri hatırlamaya çalışırken bir büfenin önüne geldik. Küçük dostum bir an durdu, büfeye bir süre baktı ve kendi sesinden korkarak yavaşça:

- Sosisli sandviç yiyebilir miyiz? Annem kızdığı için yiyemiyorum. 

Bundan daha mükemmel teklif olamazdı benim için, ikişer tane yaptırdım, boş bir bank bulup oturduk. Dünyada yenebilecek en güzel şeye sahip yoldaşımın keyfiyle mutluydum şu an. Parayla keyif arasında bir doğru orantı yoktu, bunu iyice anladım. Dönüş vapurunda cama başını dayayarak uyuyan yoldaşımın mutlu düşlerine sahip olmayı umarak martılara, denize ve gökyüzüne baktım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder